15 Kasım 2014 Cumartesi

15.11.14

Yıllar geçiyor. Hazırlık senem daha sanki dünmüş gibi aklımda. Her minik ayrıntı, her küçük olay hala benim kafamda. Ve zaman o kadar çabuk geçiyor ki. Lisenin bitmesini istemediğim için midir bilmem sanki günlerim daha da çabuk akıp gidiyor.
Bense yıllar içinde büyüyorum. Yüzümde sivilceler çıka çıka büyüyorum. Banyo öncesi aynanın karşısında dans ede ede büyüyorum. Ayna karşısında veya günlüğüme yazı yazarken ağlayarak büyüyorum. Günlerimi sanki bir gün unutmamak adına her ayrıntısıyla yaza yaza büyüyorum. Hislerime sebepler ve çözüm yolları arayarak büyüyorum. Her gün daha anlayışlı, daha objektif bakabilen bir insan olarak büyüyorum. Kalbimi küçültmeden ama her ortamdan daha az sıyrık almaya çalışarak büyüyorum. Ben büyüyorum anlasana! Boyum eskisi gibi uzamıyor  belki ama olgunlaşarak büyüyorum. Sanki bu kadar zamana sığdırdığım aptallıklarımdan akıllanarak büyüyorum. Kendimi severek büyüyorum.
Aynaya baktığımdaysa pembe güneş gözlükleri takmış 32 diş gülen küçük bir kız görüyorum. Elindense başka bir kız tutuyor. O kızsa daha  büyük ve zayıf bir kız. Hem fiziksel olarak hem de mental olarak zayıf, güçsüz bir kız o. Sadece üzülerek, kendini acındırarak, suçu başkasına atarak ilerlemeye çalışıyor. Onların arkasındaysa şu anda ki ben duruyorum. Daha bir kudretli, daha bir olgun onların yanında. Küçük pembe gözlüklü kız gibi mutlu olma çabasında ve o zayıf kızdan ders alır biçimde. Gözlüklerini takmış, etrafı gözlemliyor. Başka insanları inceliyor, onların hayatlarını düşünüyor. Suçu kendisinde arıyor ama pişman olmak için değil, ders almak için. İnsanlara hala o minik kız gibi inanıyor, hala o minik kız gibi güveniyor ama daha bir temkinli sanki. Ve o güçsüz kız gibi hiç değil. İnsanlara olan tahammülünü biraz da olsa kaybetmiş. Artık insanların altında kendini ezmiyor. Ezilmek onun için gurur kırıcı bir kavram. Bu arada gurur denen kavramla da tanışmış bu kız. Onun için bu yeni bir kavram tabi ki o yüzden daha alışma sürecinde. Daha bencil bir kız bu biliyor musun? Hala insanları önemsiyor, hala insanlara değer veriyor ama kendine de değer vermeyi unutmuyor. Mutlu olmanın yollarını arıyor habire ve bir kaç yol bulmuş bu kız.
Bu kızları görmek o kadar güzel ki. Onların hepsi benim. Her yanlarıyla, onlar benler. Bazen inci tanelerim dökülüyor yanaklarımdan, bazense koridorda -17 yaşımda- zıplayarak koşuyorum. Bazen seviyeli duruyorum insanlara karşı. Bazense insanları umursamadan dans ederek, şarkı söyleyerek yürüyorum yolda. Bazen ne diyeceklerini umursamadan bazense umursayarak... 
Ve bazen insanlardan şüphe duyacak kadar onları tanıyarak.
Ben insanım ve büyüyorum. İnsanları ve kendimi tanıyorum büyüdükçe. Ne kadar iğrenç ve muhteşem yaratıklar olabildiğimizi görüyorum. İyi bir insan olma çabası içinde büyüyorum. Ben büyüyorum anlasana! Sivilceli veya sivilcesiz, akan rimelli veya sümüklü bir kız olarak. Aynada önceden ne olduğunu görebilen bir kız olarak büyüyorum. Aynada hep kendimi görebilmek
 umuduyla büyüyorum.

12.11.14

Boşuna nefes almıyoruz ya.
 Yaşadığımız her anın ve hayatımıza giren her insanın bir anlamı var bizim için. Bazıları hayatımızı daha yaşanabilir yapmak için bazılarıysa yaşadıklarımızdan ders alıp daha da iyi yaşamaya özen göstermemiz için. Aynı şekilde herkesin de bir dolum süresi var. Herkes kum saatleri dolunca bizim hayatımızdan uçup gidiyor, gidecek. Bazıları ne kadar istemesekde ölüm denen acı uykuyla ayrılacak yanımızdan, bazılarıysa bizim isteğimizle veya sadece kendi istekleriyle kalkıp gidecekler. Hayat sen istesen de istemesen de akıp gidiyor. Akıp giderken de istesende, istemesende yanında birilerini götürüyor. Çünkü doğanın kanunu bu, her şey değişiyor. Sen değişiyorsun, o değişiyor. Tek değişmeyense kafandaki anılar oluyor. O da zaten gençken ne kadar unutmak istesen de aklından çıkmayarak fakat yaşlanınca da yavaş yavaş yanında her şeyi de alarak gidiyor. Akan bir hayatın içinde, bir önceki yılı bırak,  saniyeyi geri alamadığın bu yaşamda kendini üzmeye değecek şeyler bulmak gerek bence. Üzüleceksen sahipsiz, mahzun sokak köpeklerine üzül. Üzüleceksen yalnız, sinirli insanlara üzül. Üzüleceksen oğlu şehit düşmüş acılı anaya üzül. Ama hayatından kendi isteğiyle akıp gidenlere sakına üzülme. Ancak üzüleceksen elini bırakıp toprağı tutan için üzül. Ama onu da mutlulukla an, gülümse onun için. Onun gülemeyeceği zamanlar bunlar. Onun elinden akıp giden hayatı sen tut! Sen gül onun için! O da bunu isterdi. Senin de onunla beraber hayatını gömmeni değil. O üzüleceğin şeyleri saymıştım ya, onlara da sadece üzülme. Kalk oturduğun yerden ve onlara bir çözüm bul. Bu hayattaysa asla seni bırakana üzülme. O bir deneyim değil mi? Bak o elini tutmasa da hala nefes almıyor musun? Demek ki akciğerlerin ona bağlı değil. Onsuz da düşünemiyor musun? Demek ki beynin ona bağlı değil. Onsuz da kalbin atmıyor mu? O zaman neden ona bağlı olduğunu düşünüyorsun ki? Sen istediğin kadar güçlü, istediğin kadar özgür, istediğin kadar bağlısın. Ve sen istediğin kadar mutlusun! Dik dur, başın eğilmesin asla. Gözlerin güzel baksın herkese, asla ıslanmasın akıp giden hayata. Dudakların da hep gülümsesin. O metroda gördüğün stresli, sinirli, gülümsemeyenlerden olma! İstanbula karşı istanbul için mutlu ol. Ve sen iyi olduğun sürece hayatta iyidir.

17 Ocak 2014 Cuma

Domtes! Biber! Patlıcan! Yalnız biraz hormonlular…



  Gele, gele yine güven konusuna geliyorum fakat  bu sefer farklı bir açıdan geliyorum. Yalnızlığı düşünerek geliyorum.

  “Yalnızlık Allah’a mahsustur”. Yalnız kalmak ne kadar insanın doğasına karşı olsa da, ne kadar insanın hayatta en çok korktuğu eylem olsa da bir gün, bir şekilde herkesin başına geliyor. Hayat merdivenlerini dizlerini sürterek çıkmış olan bir ihtiyarın, ömrünün yarısını birlikte geçirmiş olduğu karısından ayırmak kolay mı?

   Peki yalnız gelmiyor muyuz bu dünyaya? Zaten eşinle, sevgilinle, aşığınla uyusan bile uykunda yalnız değil misin? Yalnız gitmiyor muyuz bu dünyadan? Neden yalnızlığın düşüncesi bile bu kadar insanı rahatsız ediyor?

   Beni rahatsız eden hep yalnız olmak değil, sahip olduklarımın elimden tekrardan alınması. Aslında yalnızlığa alışırsan bir süre çok güzel idare edersin  fakat zaman geçtikçe konuşamamak, güvendiğine açılamamak, koşarak sevdiğini kafasından öpememek , üzüldüğünde yanında kimsenin olmadığını bilmek üzer beni. Üzdü beni. Bir kere tattım ben o duyguyu. Bağımlısı olduğum şeyi kaybettim ben. En büyük korkum yalnızlıkken durum halim yalnızlık oldu. Sınavda çalışmadığım yerden çıktı da bu yüzden  her şeye karşı bu kadar şüpheci oldum.

   Sahip olduğun bir şeyin elinden kayması özellikle de şok etkisi şeklinde olup ne olduğunu anlamamak en acısı. Zaten onun artık senin elini tutmadığını, yavaşça parmaklarının hafiflediğini ve gittikçe elinde kalan parmak sayısının azaldığını fark etsen alışırsın bu duruma. Eğer sen, o hala bir parmak bile olsa elini tutarken onu sıkıca kendine çekmediysen, sen onun elini çoktan bırakmışsındır.

   Şok etkisinin kötü yanı ise hala senin için manevi değeri, gece başını yastığına koyduğunda bir anısı, “Hayalini kurmayacağım!” dediğinde de rüyana giriyor oluşudur. Sen ona hala bağlısındır. Eski yerini kaybetmemiştir o sırada, sanki iki gün sonra geri dönse her şey düzelecek gibidir. Lakin orası öyle olsa da en kötü biten ilişkiler ve en kötü yalnızlığa itilmiş insanlar bu dönemi zorluklarla geçiriyor ve acısı ne kadar zaman geçse de hala o tek başına bırakılmış olduğu yalnızlık köşesinde diri kalıyor. En küçük bir sorunda, en küçük bir kıpırtıda aklı karışıyor, şüpheyle yaklaşıyor bütün etrafındaki suratlara.


   Peki sonra mı ne oluyor? 
Ben başkasını bilemem fakat benim hikayemde değer vermemeyi öğreniyorsun. Güvenmemeyi öğreniyorsun. Yalnız kalabilmeye kendini alıştırıyorsun. Kendi kendine yetmeye çalışıyorsun. En küçük bir esintide bile kasırgayı hatırlayıp o tehlikeli limandan ayrılmayı, kendini sakin bir koya atmayı planlıyorsun. Büyüyorsun hem de hiç olmadığı kadar çabuk. Hormonlu domatese dönüyorsun resmen bir tarafın olması gerektiğinden ham ve diğer tarafın yaş.