28 Mart 2013 Perşembe

"Dostum"



En çok ihtiyacım olduğu anda neredesin “Dostum”? Saklambaç mı oynuyoruz şimdi de? Birazdan dolaptan fırlayıp üstüme atlayacak mısın? Eğer öyleyse beeeş dörrrt üç iki bir önüm arkam solum sağım sobe? Yoksun hiçbir yerde? Yoksa kalbimin derinliklerine mi saklandın? Baktım orada da değilsin…

Seni bulamayacağımı anladım sonunda. Yavaşça, gün geçtikçe kafama bunu yazdım. Tek sorun; kalbime bunu nasıl kabul ettireceğimiz. Oturduk bir yere düşündük fındık kadar beynimle. Kafa yorduk, fındık kadar beynim de yandı bu durumda. Anlayacağın kelimenin tam anlamıyla aptal oldum. Beni aptal ettin.
Her duamda “dostlarım” yanımda olsun derdim, bazı dualar kabul olmazmış… Sensiz peki nasıl yapacağım ben diyorum. Bu aptal halinle nasıl yaşayacaksın? Kimin evine gidip kendi evinmiş gibi yatıp sıçacaksın? Kimle film izleyeceksin sabahlara kadar? Peki kime vereceksin kalbini?

Sonuncusu dışında her soruya cevap olacak bir sürü arkadaşım var iyi ki, beni yalnız bırakmadın anlayacağın… Sonuncu soru ise, elbet onun cevabı olanda bir sürü meleğim var yanımda gezen ama seni neden kaybettim? Kalbimden koparıp verdiğim parça… Hala ellerinde mi o, ısınıyor mu, mutlu mu?  Artık geri dönmeyeceğini biliyorum. Belkide bir daha hiç görüşmeyeceğimizi ama sen o parçaya iyi bak. Benden nefret edip de o parçayı üzme, dayanamaz. Sen beni hayatında istemesen de o parçaya bakıp iyi günlerimizi, güldüğümüz anları hatırla. Çünkü ben ne olmuş olursa olsun kalbimdeki o boşluğa bakıp gülüp eğlendiğimiz, hiçbir zaman ayrılmayacak gibi sarıldığımız anlarımızı hatırlayacağım…

Kendine iyi bak “dostum”, sakın ha üzülme bu hayatta, zaten üzülmeyeceğini söylemiştin ama olsun.
15.02.13 Cuma

25 Mart 2013 Pazartesi

Pişman mısın sen de?



Diğer yazıma da “hata” ile başlamıştım çünkü onu anlatmak istiyordum. Fakat içimde birikmiş, yazılması gereken o kadar çok cümle, konu var ki ben bıraktım düşünmeyi parmaklarım oynadı. Kelimeler kendi kendilerine döküldüler parmaklarımdan. Ve bu yüzden hata ile alakalı yazacaklarımı bitiremedim.

Demiştim ki bir sürü hata yaptım. Ve yine demiştim ki en büyük hatam güvenmekti. Ben şunu biliyorum artık, güvenmek dışında yaptığım hatalar ne kadar büyük olurlarsa olsunlar ben onlardan pişman olamayacağım. Çünkü hayatta evet, hatalardan ders çıkarmak gerekir ama “hayatın boyunca hatalarından pişman ol, kendini süründür” denmez. Ben hatalarımı seviyorum çünkü onları severek yapmış olduğumu, beni mutlu etmiş olduklarını biliyorum ama güvenmek. İnsanlara çabuk güvenip yanlış kişilere, dost dediğim kişilere, herkese boş boğazlık yapıp hatalarımı söylemem.

İşte bu hep pişman olacağım hata. Kimseden tamamen asla ve asla nefret edemem eğer onla beraber güldüysem, onla bir şeyler paylaştıysam. Çünkü beni mutlu etmiş her insanın benim için bir değeri vardır kalbimde, sonrasında beni ne kadar süründüreceklerini öğrenecek olsam da… Ama güvenip anlatma hatam, ondan hep nefret edeceğim. Kimseyle tanıştığıma küfretmem o kişiye güvenip anlattığım onca şeye küfrettiğim kadar.
Bu yüzden de bir hatam dışında her hatamı severim, ne kadar onların öğrenilmesinden korksam da onlardan pişman olamam, yalan söyleyemem “ondan pişmanım” diye.

Biz insanız. Hepimiz hata yaparız, bazen yapmayı sevdiğimiz bazen ise pişman olacağımız. Ve biz yaptığımız hatadan değil de o hata yüzünden alacağımız etiketten, lakaptan korkarız. Çünkü bazen yaptığın hataların duyulması demek adının karalanıp üstüne “sürtük” veya “şeytan” vesaire yazılması demektir. İnsanlara “falancayı tanıyor musun?” dediğimizde “A evet şunları yapmış olan dimi?” diye hatırlanmaktan korkuyoruz biz. Biz önceden ya da her zaman ne kadar melek gibi oluşumuzdan bahsedilirken bir anda başka lakaplar yemeye ve eski halimizin tamamen hafızalardan silinmesinden korkuyoruz.

Hatta bazen o kadar çok korkuyoruz ki savunmasız kalıyoruz. Bir çatışma içinde sırf etiket yemeyelim diye bağrımıza taş basıp her “şuna cevabını ver” dendiğinde cıklıyoruz. Hatamızı sevsek de çevremiz sevmediği için onu saklamak, gizli kasalara atmak isteriz. Ben de diyorum ki keşke gizli kasalarla yetinip anlatmasaydım ağzı olan varlıklara da, hatalarımla mutlu, mutlu yaşasaydım…  

Koruyucu meleklerim



Biz insanız. Hepimiz hatalar yaparız. Ne kadar, yapılan hatalara göre insanlara etiketler taksak ta, kendimiz de hata yapıp o duruma düşene kadar bu gerçeği kabullenemeyiz.

Ben hatalar yaptım. İstersen sınavda yanlış şıkı işaretleme olsun, istersen de büyük insanı utanç derecesine düşürecek hatalar olsun. Yanlışlarım oldu, yapmayı sevdiğim, yine olsa yine yapacağım. Ama en büyük hatam yine aptallığım oldu. Tek pişman olacağım hata da yine aptallığım olacak. Hayır spastik değilim aptallık derken ondan bahsetmiyorum. En büyük aptallığım insanlara çok çabuk güvenmem. Bu istersen 1 yıl olsun ki hiç kısa bir süre değil ama yeterli olmaz, istersen de 4 sene olsun birinin eline kalbini verip güvenmek için yine yeterli değil.

Peki, o süre nedir? Ne kadardır? Garanti belgesi imzalatıp 10 yılda anlaşalım mı karşı tarafla? Bana göre ne kadar zaman geçse de onun gözünden anlaman gerekir güvenip, güvenemeyeceğini. Gözünden, sana bakışından, samimiyetinden… 
Ama bazen bunlarda yetmez, eğer insanlara çabuk güvenecek biri isen, gözden kaştan anlamıyor isen. O zaman ise 10 yıllık, 5 yıllık arkadaşların yanındadır. Çünkü onlar artık seni bilirler, sen ne olursan ol sana alışmışlardır. Özelliklerini değiştirmeni ve ya özelliklerin yüzünden seni bırakmak gibi düşünceleri yoktur onların. Onlar kızarlar sana ama annen baban, ailen gibi seni yinede bırakmazlar (eğer birini öldürmediyseniz tabi orasını bilemem…). Seni karşılıksız severler nasıl sen onları öyle seviyorsan.

Ve onlar seninle küsken bile iyiliğini isterler, onlar koruyucu meleklerdir. Seni diğer şeytanlardan, sana garezi olan insanlardan koruyacak olan melekler. Herkese en az 2 tane gereklidir. Biri sol omzunda biri sağ omzunda olacak şekilde yada senin biri yorulunca diğerinin omzuna yatacağın seni sakinleştireceği şekilde. (Ece’m, Betül’üm ve Akaşa’m için…)