10 Haziran 2013 Pazartesi

Şey ben senden...

                                     "Heart On Fire"

I'm falling in,
I'm falling down,

I wanna begin,
But I don't know how,

To let you know,
How I'm feeling,

I'm high on hope,
I'm really

And I won't let you go,
Now you know,
I've been crazy for you all this time,
I've kept it close,
Always hoping,
With a heart on fire
A heart on fire



Bu aralar herhalde en sevdiğim şarkı bu. Özlemini çok çekip de yeni bulmuş olmamdan mı yoksa bu şarkı beni ve hislerimi açıkladığından mı bilmem ama “Im falling in…” kısmından sonra bende ki bütün bağlantılar kopuyor. Yani şarkının başından sonuna kadar gülümsüyorum ve gözlerimi kapatıp hayallere dalıyorum. Bir gıdımcık da olsa olmayan gerçeklerim, hayallerim bana umut veriyor, ucundan bir mutluluk katıyor gülümsememe.

Bu şarkıyı ilk, bana seni hatırlatan filmde duymuştum. Eğer aramızda bir aşk hikayesi olsaydı “OHA BİZİZ BU, BİZİ ANLATIYOR YAAA” diyeceğim filmde… Olsun aramızda hiçbir zaman istediklerim olmasa da yine seni hatırlatacak bana bu nameler ve film sahneleri.

Sanırım bana en çok koyan ne biliyor musun? Bunların gerçekleşme potansiyeli varken işleri kendi kendime bok etmiş oluşum. Ve bir daha işlerin istediğim gibi yürümeyeceği. Ve sanki artık senden bunu istemeye hakkım yokmuş gibi geliyor. Çünkü senden karşılık bulamayacağımı TC KİMLİK NO ‘m kadar iyi biliyorum(Emin ol eokula girmekten ezberden tersini bile söyleyebilirim). 
Peki benim için bundan sonrası ne olacak? 
Ben hep senden platonik hoşlanacak mıyım? 
Sen gülerken gülecek ama sen gittikten sonra senin hayalini mi kuracağım?

Seni yanımdayken bile özleyecek miyim??

Bazen sen karşımda dururken bile gözlerimi kapayıp hayalinle yaşamak o kadar güzel geliyor ki insana bir bilsen… İnsanlar, beni düşünenler, dostlarım iyi miyim diye bakıyorlar sessiz oluşuma. Bu kadar sessiz olmama bir anlam veremediler, üzgün olduğumu sandılar, sende öyle. Ama nasıl derim ki; “hayal kuruyordum, ben mutluyum aslında ve bu arada ben senden hoşlanıyorum.sss“

Tek bildiğim ise, ne olursa olsun, neyin olursam olayım, yanında olacağım. (BURADAN GEOMETRİ BÜTÜNLEMEME SELAMLAR, OY NE KADAR TATLISIN SENL) 10.06.13 pazartesi



Mızmız

“Varlıktan yokluk doğar” Cümlesi kadar benim halimi açıklayan başka bir cümle yok.
Bu cümleyi ise en çok “giyecek hiçbir şeyim yok!!!??!!”  dediğim zaman hatırlıyorum, hani içinden kıyafet taşan dolaba bakarken…

Dünya ortalamasına göre zengin sayıldığım, ihtiyacım olan her şeye sahip olduğum halde, ben, hala başka ihtiyaçlar üretiyorum, önüme gelen yemeklere mırın kırın ediyorum ve mutsuzluğumu belirtiyorum. Ben bunları yaparken, 7/24 tam anlamıyla şımarık olurken hep aklıma şu cümle geliyor; “Biraz nankörce davranmıyor musun?”. Ne kadar dışarıdan nankör, şımarık gözüksem de içimden o kadar çok düşünüyorum ki, o mutsuzluk cümlelerini söylerken. İçimden hep şunlar geçiyor; “senin bunları söylemeye hakkın yok, ya dünyanın geri kalanı, Afrika kıtası ne yapsın?”. Aslında Afrika kıtasına kadar gitmeye bile gerek yok. Aynı havayı soluduğumuz bu İstanbul da bile o kadar çok çocuk var ki benden daha zor durumlarda yaşayan. Benden daha zor durumlarda yaşayan ama gülen. Benden daha zor durumlarda yaşayan ama şikayet etmeyen, ailesine yardım etmeye çalışan…

Varlıktan yokluk doğar ise bence tam anlamıyla şu; ne zaman her şeye sahipsen, o zaman doyamazsın.  Ne zaman önünde kocaman bir ziyafet sofrası varsa o zaman aç gözlülük yaparsın. Önünde olan her şeyi yersin, yersin ve doymazsın. Aslında karnın o kadar çok doymuştur ki bir ısırık daha yesen kusacaksındır ama gözün doymaz. Bunun sonucunda ise karnını okşar ve bütün gece hazımsızlık çekersin. Ama masada sadece ekmek olduğu zaman öyle mi? Daha hiç öyle bir an yaşamadım şükürler olsun ama eminim ki birazcık ekmek bile o ekmeğin bulunamadığı günleri düşündürerek karnını doyurur.

 Ne zaman elimizde bütün imkanlar olduğunda daha fazlasını isteriz ve daha mutlu olacağımıza mutluluğumuz azalır. Halbuki, hiç bir şeyi olmayan insanlar, daha azıyla yetinen insanlar. Tamam büyük bir genelleme olacak belki ama ben kesinlikle benim kadar mırın kırın eden çocuklar olduğunu düşünmüyorum. Ben sınav haftalarında  halden hale girerken onların daha çok çabaladığını düşünüyorum. Ve bu ne kadar durumumu değiştirmesem de içten içe çok üzüyor. Kendimi ve mutsuzluklarımı, durgunluğumu düşündüğüm kadar düşünmesem de kafamdan geçmiyor değil.

 Yokluktan varlık doğar elbet. O küçük varlıklarla büyük mutluluklar yaşayanlar, kağıttan yelkenlisiyle deryalara açılanlar mevcut değil mi hala? 

22.04.13 (Annemin pırasa yemediğim için laf ettiği bir akşam)


Oyuncu

Yaratılıştan ötürü olsa gerek, beynimiz her şeyi algılayamıyor. Bazıları hiç önemsemiyor onlara da “tahtası eksik” diyoruz ya işte…

Oldum olası kafama takılmış sorular var o boş olduğunu düşündüğüm kafatasımın içinde. Belki de bunları düşünmeye çok erken başlamış ta olabilirim. Şu kadarcık ömrümde ise en çok anlamadığım, hep yarıda bıraktığım konu ise sadece kader. Kader. 5 harfli, bizim gelecek, geçmiş ve şimdiki zamanımızı kapsayan, yapacaklarımızın hatta yaşayacaklarımızın daha önceden yazılmış olduğunu belli eden kavram. Sözlükte ki anlamı bu olmayabilir belki, ama benim için tek anlamı bu. Kader nedir ya?

Ne biçim bir güç her şeyi ayarlamış olabilir? Eğer ayarlanmış ise olacak her şey, neden yaşıyoruz ki? Ve eğer hiçbir şeyin bir planı yoksa eğer, hiçbir şeyin bir getirisi, hayrı yok ise, neden bu kadar kötülük var hayatımızda, eğer cezalarını çekmeyecek ise bu kötüler?

Bu konuyla alakalı olan her düşüncem yanında küçük bir soru işareti ve üç nokta ile sonlanıyor. Böyle sonlanmak zorundalar belki çünkü içinin boş olduğunu düşündüğüm, yaklaşık 8 kg ağırlığına gelen bu kafamda taşıdığım beynim bunu kavrayamıyor. Her bu konuyu düşündüğümde, derinlere inmeye, kara sulara dalmaya başladığım an da, beynim, 404 NOT FOUND ERROR veriyor belki de.

Peki değiştirebilir miyiz sizce alın yazımızı? Çıkmayan mürekkeple yazılmış bir yazı nasıl değiştirilir? Hayatı karalayıp daha çok çıkmaza sokarak mı? Cevap bu olmasa gerek, belki de bir “tipex”e ihtiyacımız var bütün kaderimizi silecek olan. Ya da biz elimizle kazıyacağız o mürekkepli yazıları kalbimizin duvarlarından. Azim, inanç, umut, bunlar belki de bize güç, kuvvet verecek duvarları sökmemizde.

Bunlar la beraber hayatının gidişatını değiştirmiş insanlar, kaderini güldürmüş, şeytanın bacağını kırmış onca oyuncu. Ya bu da onların kaderiyse?


Ya oyunu değiştirmek de bizim kaderimizse?   30.03.13 cumartesi